Rize'nin
Tarihine Bir Bakış
Eskiçağın
ünlü coğrafyacısı Amasyalı Strabon (M.Ö. 64- M.S. 21) Coğrafya adlı
eserinde Trabzon ve Giresun'un güneyine düşen dağlara Tibarenler ile eski
zamanlarda Makronlar denilen Sanni/Tzan/Canlar'ın bulunduğunu kaydederek
Trabzon'dan sonra Kolkhis bölgesinin geldiğini ve yukarı Kolkhis'de, tepeleri
Heptakometler kavmi tarafından işgal edilmiş, Moskhia dağları ile birleşen
ve çok kayalık olan Skydises dağı bulunduğunu yazar.
Strabon
Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki halklardan bahsederken M.Ö. 400 yılında bu bölgeden
geçen Ksenephon'un Anabasis adlı eserinde bahsettiği isimlere de gönderme
yapar. Heptakometler'in Ksenophon'un Mosynekler diye bahsettiği halk olduğunu,
Pontos'un doğu tarafını meydana getiren Paryados dağlarında yaşayan diğer
halkların tamamının vahşi olmasına rağmen, Heptakometler'in bunlardan daha
kötü olduğunu ve Romalı komutan Pompeidus'un ordusu bu bölgeden geçerken
üç Roma bölüğünü imha ettiklerini haber verir.
Strabon,
eski çağ Yunan müelliflerinin çoğu gibi bu bölgede yaşayan halkları
onların kendilerini andıkları adlarla değil bölgeden geçen seyyah ya da
yazarların onlara verdikleri adlarla kaydeder. Ksenephon'un Mosyn denilen ağaçtan
yapılmış seyyar kule gibi evlerde oturdukları için Mosynekler olarak andığı
halkın Heptakometler/Yediköylüler olduğunu ve bunların ağaç sürgünlerinden
elde edilen Delibal'ı kaselerle yol üzerinde bıraktıklarını ve Romalı
askerler bunları yiyerek uykuya daldıkları zaman, onlara saldırarak hepsini
kolayca saf dışı ettiklerini bildirir.
Pontos
Kralı ve Anadoluyu işgal eden Roma'nın amansız düşmanı Büyük
Mithridates M.Ö.66 yılında Roma ordusuna yenilince Roma'ya karşı tekrar mücadele
vermek için savaş meydanından kaçmıştı. Ardına düşen Pompeidus komutasındaki
Roma ordusundan kurtulmak için Doğu Anadolu'dan Kafkasya'ya ve oradan Kırım'da
vali olan oğlunun yanına gider. O'nu yakalayamayan Roma Ordusu Fırat - Kelkit
havzasına döner ve burada kışlar. Mithridates'in kızı Dryeptina'yı bıraktığı
Sınorıa'daki (Bayburt'a bağlı Sinor köyü) şato'yu muhasara eden Roma
ordusu Drypetina'yı canlı ele geçiremeyince dönüş yolunda Heptekometlerin
saldırısına uğrar. Kaynaklar bu olayı anlatırken yolunu tarif etmez.
Strabon'un
kaybettiği olay bize Roma Ordusunun dönüş yolunda izlediği yolu tarif
edebilmemiz için önemli ipuçları verirken aynı zamanda bölgenin eski
tarihlerine de ışık tutar. Heptakometler yani Yediköylüler özellikle Rize
için hiç de yabancı bir isim değildir. Osmanlı döneminde bugün İkizdere
vadisindeki bölge Kurayiseba yani Yediköyler adı ile Rize kazasına bağlı
bir Nahiye olarak mevcuttu. Delibal'ı ya da bölgedeki bir başka söyleyişle
Tutanbal'ı ve bu baldan yiyenlerin bal tutması denilen yarı zehirlenme sonucu
girdikleri uyku hali bölge halkının çok iyi bildiği bir durumdur.
Yazılı
kaynaklarda Rize adına ilk defa Arrianus'un "Periplo"(Gemi Yolculuğu)
adlı eserinde rastlıyoruz. M.S. 131-132 yıllarında yazıldığı kabul
edilen eserde Arrianus, vali olarak atandığı Kappadokya Eyaleti dahilinde
olan Doğu Karadeniz bölgesine bir teftiş seyahatine çıkar ve bu seyahatinde
Roma İmparatorluğunun Doğu Anadolu'daki hudut garnizonlarını dolaştıktan
sonra Trabzon bölgesinde Karadeniz sahillerine ulaşır.
Trabzon'dan
doğuya doğru deniz yolu ile yaptığı seyahati ve bölgenin durumunu anlatan
eserin diğer bölümlerinde Karadeniz'in tüm sahilleri hakkında bilgi
verilmesine rağmen biz sadece bölgemizle ilgili olan bilgileri değerlendirmekle
yetineceğiz.
Trabzon'dan
üç gemi ile doğuya doğru yelken açan Arrianus, ilk gün Issiporto/ Hyssos/
Sürmene /bugünkü Araklı limanına demir atarak burada Araklı çarşısının
hemen güney kenarındaki kalede bulunan bir takım piyade ve 20 kadar süvariden
oluşan Roma garnizonunu teftiş eder. Daha sonra denize açılarak doğuya doğru
yola koyulurlar ve yolda Güney - Doğu'dan esen bir fırtınaya yakalanır ve
birçok tersliklerden sonra Atina'ya (bugün Pazar ilçe merkezi) ulaşır.
Arrianus
bu ismin Yunan tanrıçası Athena'dan geldiğini zannettiğini yazar. Oysa
W.E.D. Allen "A History of the Georgian People" adlı 1932 yılında
Londra'da yayınlanan eserinde Karadeniz'de Rumca sanılan birçok yer isminin
lazca olduğunu ileri sürerek Athenai isminin Lazca'da "Gölgelerin olduğu
yer", Yunanca Prinç'ten ileri geldiği iddia edilen Rhizaion/ Rize'nin
Lazca "İnsanların ve askerlerinin toplandığı yer" Mapavri (Günümüzde
Çayeli) isminin ise "Yapraklı" anlamında olduğunu belirtmektedir.
Diğer
kasabalarda olduğu gibi Barbarlar (yerli halk) tarafından değiştirilmiş
olan ve terkedilmiş bir kalenin bulunduğu Atina/Pazar limanının yazın pek
fazla gemi barındıramadığını ama onları rüzgarlardan koruduğunu ve bu
limanın Karadeniz'de "Trascia", Yunanistan'da "Scrione"
diye adlandırılan "Aparchia" rüzgarına açık olduğunu yazan
Arrianus bütün gece şimşekler çakıp gök gürlediğini ve çıkan fırtınadan
gemileri koruyabilmek için mümkün olduğu kadar karaya çektiklerini, üç
takım kürekli olan gemilerinin ise denizin içindeki kayalıkta güven içinde
durduğunu yazar.
Trabzon'dan
doğuya doğru bölgedeki nehirleri sayan Arrianus Trabzon'dan yaklaşık 33 km
uzakta adını Issoporto'dan alan Isso Hysus/ bugünkü Karadere, Isso Nehrinden
yaklaşık 17 km doğuda Ofi/bugünkü Solaklı Deresi, bundan yaklaşık 5 km
doğuda Psicro/bugünkü Baltacı Deresi, ondan yaklaşık 5 km doğuda Kalo/bugünkü
İyidere, Kalo'dan yaklaşık 23 km doğuda Rizio Deresi, Ondan yaklaşık 5 km
doğuda Ascuro/Askaros/bugünkü Taşlıdere, ondan yaklaşık 12 km doğuda
Adieno/bugünkü Çayeli Deresi'nin bulunduğunu, buradan da Atina'ya /bugünkü
Pazar'a yaklaşık 34 km mesafe bulunduğunu, Atina'dan en fazla 1300 m sonra da
Zagati /bugünkü Pazar Zuga Deresi'nin bulunduğunu kaydediyor.
Ofi/
Solaklı Nehri'nin Colchiler/ Kolkhlar'ın bölgesini Tsannica'dan ayırdığını
söyleyen Arrianus, Tsan/ Sanni/ Canlar'ın bugün dahi son derece savaşçı ve
Trabzonluların (Trabzon şehrinde oturan Yunanlı koloniciler'in) can düşmanı
olduğunu belirtiyor. O gün Romalılara haraç veren ve Kralsız bir halk olan
Canlar Trabzon'un güneyine düşen Gümüşhane/ Canca'dan, Trabzon'un doğusundaki
Solaklı Deresi'ne kadar uzanan topraklarda yaşamaktaydılar. Bu bölgenin
merkezi sayılabilecek olan Karadere Vadisi de Canların yoğun olarak yaşadığı
bir yerdi.
Ksenephon
Bayburt bölgesinden Trabzon'a gelirken Thekhes/ Madur dağından Karadere
vadisine inmiş ve burada Strabon'un Canlarla aynı kavim olduğunu söylediği
Makron'ların ülkesine girmişti. Bugün bu vadinin sahile yakın kesimlerinde
Araklı yakınlarında bulunan Zanike/ Canike (bugün Yiğitözü köyü) ve
Ortaçağ da Sürmene/Sousomanıa sitesinin de bulunduğu Canayer (bugün
Buzluca köyü) yer isimleri bölgede yaşamış Canlar'dan günümüze ulaşabilen
izlerdir. Arrianus, silahlarla donatılmış yerlerde yaşayan Canların
kendilerini haydutçuluğa verdikleri için Romalıların haracını ödemek için
zahmet bile etmediklerini ayrıca kaydetmektedir.
Arrianus
Ofi/ Solaklı Nehrinin doğusunda kalan toprakları Kolkhların ülkesi olarak
isimlendiriyor. Oysa M.Ö. 400 yılı Şubat ayında Doğu Anadolu'dan Trabzon'a
ulaşmış olan Ksenephon Trabzon ve Giresun'u Kolkh'ların memleketi olarak tanımlamaktaydı.
Bu da bize geçen 5 asır içinde Kolkhlar'ın daha doğuya doğru çekilmek
zorunda kaldıklarını göstermesi bakımından önemlidir.
Tarih
içinde bu durumun birçok örneğini görürüz. Mesela Arrianus o dönemde
Lazların Laupse civarında yaşadığını belirtir. Ayrıca Arrianus'un
Pazar'dan sonraki toprakların insansız ve isimsiz olduğu için gitmeye değmediğini
belirtmesi bize Kolkhların daha ziyade Pazar'ın batısındaki topraklarda yaşadığını
düşündürdüğü kadar daha sonraki asırlarda Lazların, komşuları olan
halkların baskısı ile Pazar'ın doğusundaki nispeten tenha topraklara göç
etmek zorunda kaldığını da açıklar.
Arrianus'un
bize verdiği bilgilere göre Trabzon'un doğusunda yaşayan halkları, Canlar
ve Kolkhların yaşadığı bölgelerden doğuya doğru Machelonesler,
Heiniochiler, Zydritaeler, Lazlar, Absilaeler, Abasciler (Abnaz) ve Sohum civarında
yaşayan Sanigaeler olarak sayabiliriz.
Potnos
krallığını ortadan kaldırarak Orta ve Doğu Karadeniz ile Kırım bölgesini
hakimiyetleri altına alan Romalılar önce Rize'nin de içinde bulunduğu bölgeyi
Kappadokya eyaleti içinde yönetmiş, bölge daha sonra teşkil eden Pontos
Polemoniacus eyaleti içinde kalmıştı. Başlangıçta imparatorluğun doğu sınırlarının
kralları Roma tarafından taç giydirilmiş küçük krallıklar tarafından
korunması siyasetini güden Romalılar daha sonraki asırlarda bu siyaseti değiştirmiş
ve Roma hudutlarının Roma askeri lejyonları tarafından korunmasına başlanmıştı.
Rize
bölgesi de doğrudan doğruya Roma garnizonları tarafından korunmaktaydı.
Rize kalesinde Hıristiyanlığın ilk döneminde Romalılar tarafından öldürülen
ve daha sonra aziz ilan edilerek öldürdükleri yerlerin kutsal koruyucusu ilan
edilen Hıristiyan azizlerinden birine atfedilmiş St Orientos (Ayarandos)
kilisesinin bulunması kalenin bu bölgedeki önemini göstermesi bakımından
çok önemlidir. Ayrıca 5. yüzyılın ilk yarısına ait bir Bizans dökümanı
olan ve saray hizmetlilerinin mülki ve askeri memuriyetlerinin bir listesi olan
ve vilayetleri açıklayarak listeleyen Notitia Dignitatum da Rize ve Trabzon'da
bulunan Pontıc II lejyonuna bağlı bir süvari bölüğünün bulunduğu bir
askeri üs olarak kaydedilir.
Rize
kalesinin önemi 5. Yüzyılda Doğu Roma/ Bizans İmparatoru Justinian
(527-565) zamanında İranla yapılan savaşlarda artmıştı. Trabzon'un güneyi
ve doğusunda yaşayan Canlar Bizans yönetimine karşı ayaklanmış bölgedeki
Bizans güçleri şehir merkezlerindeki kalelere sığınmışlardı. Kolkhis
diye adlandırılan Karadenizin güneydoğu bölgesinin ahalisi Roma yönetiminden
pek de memnun değildi. Özellikle ticaretin Romalıların tekelinde olması sıkıntılara
yol açıyordu. Faş ve Rion nehri arasındaki bölgede yaşayan Lazika ahalisi
bir ayaklanma ile Bizans'a karşı Sasanilerden yardım istemişti. Bölgenin
merkezi olan Petra'daki Bizans garnizonu bölgedeki bütün geçitlerin tutulduğunu
görünce evlerini yakarak ve surları yıkarak Trabzon'a doğru çekilmek
mecburiyetinde kalmıştı. Bunun üzerine Karadeniz'in Güneydoğusu İranla
Bizans arasındaki yıpratıcı savaşlara sahne oldu. Bu savaşlarda Bizans sınırı
Çoruh'un batısındaki Asparos'a kadar geriledi.
Justinianus
bu sınırın muhafazası için bir savunma hattı oluşturmuş Rize kalesini
onararak ve hudutla Lejyon karargahının bulunduğu Trabzon arasında küçük
kaleler inşa ettirerek 530 yılında Balkanlarda Bizans ordusu tarafından mağlup
edilen Bulgar Türklerinden bir kısmı bu sınırdaki garnizonlara asker olarak
yerleştirmiştir.
Bizans
İmparatoru Heraclius (610-641) zamanında Anadolu yine Bizans - İran savaşlarına
sahne olmuştu. Özellikle Heraclius'un 622-628 arasında İran üzerine yaptığı
seferlerde ve İran'a karşı Hazar Türkleri ile yaptığı ittifakta bölge önemli
olaylara sahne olmuştu. Heraclius, Lazlar, Abhazlar ve Gürcülerle temasa geçip
onlardan temin ettiği askerlerle ordusunu takviye etmiş 626 kışını bu gün
Araklı ilçesinin batısındaki Kalecik'in 2 km. güneyinde olan Canayer/
Buzluca köyündeki Sürmene sitesinde geçiren Heraclius Hazar Kralı Yabgu ile
bu bölgede görüşmüş ve İran'a karşı 40.000 kişilik Hazar yardım
kuvvetine karşılık kızı Eudocia'yı Hazar Kralı Yabgu'ya vermeyi taahhüt
eden anlaşmayı burada hazırlamıştı. Malazgirt savaşından kısa bir süre
sonra Trabzon bölgesi Türklerin akınlarına hedef olmuş 1073 ve 74 yıllarında
Türk akıncıları Trabzon bölgesini ele geçirmişlerdi. Bölgedeki Bizans yönetiminin
çöktüğü bu dönemde Rize'nin doğusunda kalan bölge de Gürcü akın ve yağmalarına
sahne olmuştu. Bizans'ın tekrar kontrolu sağlamak için bir ordu ile bölgeye
gönderdiği Thedore Gavras 1075'de bölgeyi Türkmenlerin elinden alarak tekrar
Bizans'ın hakimiyetini sağlamış ve bu başarısından dolayı Haldiya Düklüğüne
atanarak Trabzon'a vali olmuştu.
Trabzon bölgesini Bizans'tan bağımsız bir şekilde yöneten Thedore Gavras 1089 yılında Gürcülerin Trabzon topraklarına yönelik yağma amaçlı akınlarının da önüne geçmiş ardından Bayburt'u Türklerin elinden almıştı. Thedore Gavras'ın Bayburt yakınlarında Gümüştekin Ahmet Danışment Gazi'nin oğlu İsmail'in ordusu tarafından yenilerek öldürülmesinden sonra yerine Trabzon'a vali olarak atanan oğlu Gregory Gavras ve ondan sonra vali olan Constantin Gavras da bölgeyi Bizans'tan bağımsız olarak yönetmiş ve zaman zaman bölgedeki Türkmen beylikleri ile güçbirliğine girerek varlıklarını sürdürmüşlerdi.
Türkmenlerle
dayanışma içine girerek üç nesil Trabzon'u Bizans'tan bağımsız bir şekilde
yöneten ve Hasan İbni Gavras gibi bazı fertleri müslüman olup Selçuklu
devletinin hizmetine girmiş olan Gavraslar'ı bazı tarihçiler 1204 yılında
Trabzon'da imparatorluğunu ilan ederek bir devlet kuracak olan Komnenosların
habercisi olarak nitelerler.
Bizans
tahtından bir ihtilalle devrilen Komnenos ailesinin varisleri olan iki küçük
çocuk akrabaları olan Gürcüstan kraliçesi Thamara'nın adamları tarafından
gizlice İstanbul'dan kaçırılarak Kolkhid bölgesine götürülmüştü. Bu
firar esnasından kardeşlerden büyüğü olan Aleksius 4 yaşında idi. Bu
olaydan 18 yıl sonra 1204 yılında İstanbul'un Haçlı ordusu tarafından işgal
edilerek yağmalanmasından sonra Bizans yöneticileri ve devlet adamları şehirden
kaçarak Latinler tarafından işgal edilmemiş bölgelere sığınmışlardı.
Batıda bu olayların yaşandığı günlerde Colchid bölgesine sığınmış
olan Aleksius ve David Komnenos kardeşler Thamara'ın verdiği ve ekserisini
Kuman Türklerinin teşkil ettiği bir ordu ile Doğu Karadeniz sahillerinde
ortaya çıkmış ve batıya doğru ilerleyerek Trabzon'u ele geçirmişlerdi.
Gürcü
Kralı III. George (1156-1184) ve Kraliçe Thamara (1184-1212) dönemlerinde
Karadeniz'in kuzeyindeki devletleri dağıtıldığı için yoksulluk içine düşen
Kıpçak/ Kuman kitlelerinden paralı asker olarak yararlanmış ve Kumanlar'dan
oluşan orduları ile bir genişleme devri yaşamışlardı. Gürcü Ordusunda yüksek
mevkiler alan Kumanlar daha sonra Ortodoks Hıristiyanlığı kabul etmiş ve bu
devletin müslüman Türklerle olan sınır bölgelerine yerleşmişlerdi.
Bugün
Rize'nin İkizdere İlçesinin dağ köylerinde yaşayan Kumbasarlar bu dönem Gürcü
ordusunda Başkumandanlık yapan ve yaşlanınca Kraliçe Thamara tarafından
bir oyunla görevinden alınmak istendiği için malikane olarak verilen bölgeden
ayrılıp Rize Dağlarına çekilen Kubasar'ın ailesine mensupturlar. Arhavi bölgesinde
bir köye, Arhavi yaylaları ile bu bölgedeki dağlara ismini veren ve birçok
kolu Rize, Of ve Sürmene köylerinde yaşayan Curtan/Cordon'lar, aynı adı taşıyan
bir başka Kuman oymağı mensuplarıdır. Ayrıca Sürmene ve Of ilçesindeki
Kuman ismi taşıyan köyler bize bölgeye bu dönemde yerleşmiş Kumanlardan
yadigar kalmıştır.
Komnenoslar'ın
Trabzon'da kurduğu bu devlet 1214 yılından itibaren Selçuklular'a,
Gazneliler'e Moğollar ve İlhanlılar'a vergi vererek varlığını sürdürmüş,
daha sonra beyliklerin ortaya çıktığı dönemde ise Akkoyunlular, Taceddinoğulları,
Hacıemiroğulları gibi Türkmen beyliklerinin beyleri ile evlilik yolu ile
ittifak kurarak ayakta kalmışdı.
Bu
dönemlerde bir tekstil ve ticaret merkezi olarak tanımlanan Rize aynı zamanda
Trabzondaki Rum Krallığına bağlı bir kaza merkezi (Bandon) idi. Merkezi
Pazar olan Rize'nin doğusundaki topraklar ise imparatorluğun sınırları içinde
ayrı bir idari birimdi.
İspanya
Kralının elçisi olarak Timur'a giden Clavijo, dönüş yolunda 1405 yılının
Eylül ayında İspir'den sonra geçtiği ve Arakuel olarak adlandırdığı Hemşin
bölgesinin, İspir Beyi olan Pir Hoca Bey'e bağlı olduğunu belirtir.
Clavijo'nun verdiği bilgilere göre Hemşin bölgesi halkı daha önce başlarında
bulunan yöneticiden rahatsız oldukları için İspir Beyine gizlice haber
vererek onunla birlikte hareket etmek istediklerini bildirmişler ve daha sonra
da bu yöneticiyi yakalayıp İspir Beyine göndermişlerdi. Hemşin bölgesinin
yöneticisini hapse atan Pir Hoca Bey bölgeye Müslüman bir yönetici göndermiş
ve ona Hıristiyan bir yardımcı vermişti.
Bölge
halkının "Hıristiyan ve Ermeni olduğunu söyledikleri halde hepsi hırsız
ve eşkıya olan Barbar kabileler" olduğunu söyleyen Clavijo'nun verdiği
bilgiler aslında bölge tarihine ışık tutacak birçok ip ucu içermektedir.
Bu çalışmamız bölgenin etnik tarihini açıklamak amacını gütmediği için
bu konuda, bölgede Osmanlı yönetiminden önce yaşayan Hemşinliler'in
Akkoyunlularla aynı atadan geldiğini ve Akkoyunluların büyük bakiyesi ile
aynı çağda değil daha ileri ki çağlarda İslam'a döndüğünü söylemekle
yetineceğiz.
Furtuna
Deresi vadisinde, Çamlıhemşin'in Aşağıçamlıca (Aşağıviçe)
Mahallesinde vadiye hakim küçük tepe üzerinde şimdi orman olan eski anıt
mezar yerinde bulunan koç/ koyun heykeli bizim bu savımızın en önemli
delillerinden biridir. Vadideki bir diğer koç/koyun heykeli Çamlıhemşin'e
bağlı Ülküköy'de bulunmuş olandır. Hayvancılık yapan ve özellikle
koyun besleyen Akkoyunlulara bağlı Pornok/Purnas boyundan yadigar Purnak
isminin koyunculuğu meşhur Hemşinlilerin yaylalarında yer ismi olarak yaygınlığı
bu boydan günümüze ulaşan bir diğer önemli izdir. Bölge halkı tarafından
"Kulaklı" diye adlandırılan ve birkaç asırlık eski Hemşin
evlerinde hala daha rastlanan, usta demirci işi, bir ucu kurtbaşı diğer ucu
stilize edilmiş koç başı şeklindeki büyük kapı menteşeleri ise çok
eski bir kültürden günümüze ulaşabilmiş ve bölgede hala daha kullanılan
etnografik malzemelerden sadece bir tanesidir.
1458'de
Uzun Hasan'ın Atabeklerin eli ile yönetilen Çoruh havzasına girip İspir Bölgesini
direk devletin sınırları içine katmasından sonra Hemşin bölgesi de
Akkoyunlular'a tabi olmuştu. Fakat sahildeki Rize kasabası ve Pazar'a kadar
olan topraklar Trabzon Krallığına aitti. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet
bizzat gelerek Trabzon'u fethettiği zaman sahilde Çoruh Nehrine kadar olan
topraklar Hemşin dahil Osmanlı devleti hakimiyetine girdi.
Fetihten
önce bu bölgede bulunan Trabzon Rum Krallığı, Megrel Dadyanı, Kartli Kralı
ve Çoruh Atabeği kendi aralarında bir Hıristiyan ittifakı yaparak Osmanlı'nın
rakip Akkoyunluları da hami olarak bu ittifaka dahil etmişlerdi. Bu ittifak
Papa'nın gayretiyle organize edilecek bir haçlı seferi ve kendilerine destek
sağlayacak Osmanlıya rakip diğer Türkmen Beyleri ile Osmanlının üzerine
çullanıp onu ortadan kaldırmayı planlıyordu. Bu tertibin farkında olan
Fatih 1461'de bizzat sefere çıkarak ittifakın beyni olan Trabzon Krallığını
ortadan kaldırdı.
Fatih
bölgeden ayrılmadan önce Trabzon şehrindeki Rumları gemilere bindirerek İstanbul'a
göndermiş çevredeki kale ve kasabalar Trabzonla birlikte fethedildiği için
buralara yöneticiler atayarak bölgeden ayrılmıştı. Fatih'in Trabzon'a vali
bıraktığı Gelibolu Sancak Beyi ve Donanma kumandanı Kasım Bey ilk işi
olarak bölgede Osmanlı öncesi var olan idari yapılanmayı Osmanlı sistemine
göre yeniden şekillendirmek olmuştur. Bu düzenlemede bugünkü Rize
vilayetine bağlı topraklar Rize, Atine (Pazar) ve Lazmağal nahiyesi şeklinde
üç nahiye olarak organize edilmişti. Bir kalesi olan Rize nahiyesine ayrıca
bir Kadı atanmış ve Rize bir kadılık merkezi/kaza olmuştu.
Rize
hakkında ulaşabildiğimiz en eski Osmanlı belgesi Başbakanlık Osmanlı arşivinde
Maliyeden Müdevver 828 numarada kayıtlı olan 1483 tarihli Trabzon Sancağı
Mufassal Tapu Tahrir Defterinde, Rize Seraskeri olarak Atmaca, Hemşin Zaimi
olarak Karaca, Hemşin Seraskeri olarak İsmail Bosna ve Rize Kadısı olarak da
Mevlana Bedreddin kaydedilmektedir.
Kasım
Bey bölgeyi organize ederken Fatih'in Trabzonda iken İstanbul'a sürdüklerinden
başka tüm sancak dahilinden Rumeline bazı sürgünler yapmıştır. 1483
tarihli Trabzon Sancağı Mufassal Tapu Tahrir Defterindeki kayıtlarda Kasım
Bey'in Rize bölgesinden de Rumeline sürgünler yaptığını teyid eder. Rize
Kadısı Mevlana Bedreddin'e Tımar olarak verilmiş Perpoli Karyesinde (bugün
Rize'nin Pehlivan Mahallesi) üzüm bağları bulunan Todoros Altemur adlı kişinin
Padişahımızla (Trabzon'u fethetmek için bizzat Trabzon'a gelen Fatih Sultan
Mehmetle) gitmiştir. Bu kaydın devamı okunduğunda bu köyde Türk asıllı
bir hıristiyan ve bölgenin ileri gelen kişilerinden biri olan Todoros
Altemur'dan başka yine üzüm bağları olan Cori Sasmasnos (Şişmanos?) adlı
kişinin de Kasım Bey tarafından Rumeline sürülmüş olduğu anlaşılır.
Kasım
Bey'den sonra Rize bölgesinden Rumeline sürgün yapan bir diğer yönetici de
Vilayet-i Rum Valisi olarak Trabzon sancağının da bağlı olduğu vilayeti
tahrirle görevlendiren Umur Bey'dir.
Fethi
takip eden birkaç yıl içinde Rize bölgesinden dışarıya sürgünler yapılırken,
Trabzon'un fethinden hemen sonra Orta Karadeniz ve Orta Anadolu vilayetlerinden
bölgeye bazı aileler gönderilerek kale ve kasabalara yerleştirilmişti. Sürgün
yolu ile gönderilen bu ilk ailelerden başka bu bölgelerden gelip gönüllü
olarak bu topraklara yerleşenler de vardı. Fethi müteakip bölgeye gelmeye başlayan
az sayıda ve çoğunluğu Çepni kökenli aileleri 16. asırda kalabalık Çepni
grupları takip etmiştir.
Bölgeye
dışarıdan gelenler sadece Çepniler değildi. Fatih Sultan Mehmet Karaman'ı
feth ederek Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdıktan sonra bu
vilayetten çok sayıdaki aileyi kitleler halinde İstanbul'a sürmüş bazılarını
da Trabzon ve Rize bölgesine göndererek bunlardan bir kısmına bölgede Timar
vermişti.
Fatih'in
saltanat yıllarında Rumelinden de bölgeye sürgün yolu ile nüfus kaydırılmıştır.
Bunların en önemli bölümünü Arnavutlar teşkil etmektedir. Söz konusu
defterdeki kayıtları incelediğimiz zaman bu Arnavutların bir çoğuna Rize bölgesinde
Tımarlar verildiğini görmekteyiz. Yine aynı defterde Kosova, Siroz, Yenişehir,
Kalkandelen gibi Balkan şehirlerinden aileler geldiğini ve gelen kişilerin diğer
bölgelerde olduğu gibi Rize'de de timar tasarruf ettiğini görürüz.
Yavuz
Sultan Selim'in Trabzon'a vali olarak atandığı 1481-1511 yıllarında Doğu
Anadolu'da cereyan eden olaylar bölge tarihinin yeni bir sayfaya girmesine
neden olmuştu. Safeviler amansız düşmanları olan Akkoyunlu devletini yıkıp
Akkoyunlu kitlelere karşı bir katliama girişirken Osmanlı yönetimi ileride
kendileri için de büyük bir tehdit olacak Safevilere karşı kayıtsız kalmıştı.
Trabzon Valisi olan Yavuz Sultan Selim bu tehlikenin farkında olup katliamdan
kaçmaya çalışan Akkoyunlu kitlelerini Trabzon Sancağı topraklarına yerleştiriyordu.
Bu kitlelerden önemli bir bölümü de Rize bölgesine yerleştirilmiştir.
Yavuz,
saltanat yıllarında Çaldıran sonrası Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu
fethetmiş, Maraş Bölgesinde Dulkadirli Beyliğini de ortadan kaldırmıştı.
Bu beyliğe mensup birçok aileyi sürgünle Trabzon Sancağına gönderirken,
bunlar Trabzon'un doğusunda yer alan nahiyelere yerleştirilmiş önemli bir bölümü
de Rize bölgesinde iskan ettirilmiştir. Günümüzde Rize bölgesinde birçok
aile dedelerinin geldikleri yerin ismini aile ismi olarak aldığı için bu
isimlerin incelenmesi bize Yavuz Sultan Selim'in valilik ve saltanatı döneminde
Rize'ye yerleşen ailelerin geldikleri coğrafya hakkında fikir verir.
Osmanlı
fethini takip eden ilk yirmi yıla ait bu kayıtlar bize aynı zamanda bölge
ile ilgili spekülasyonlar yaratmayı amaçlayan uydurma tarihi bilgilere ve
iddialara da cevap verme imkanı sağlar. Trabzon Sancağına ait tapu tahrir
defterlerinde yer alan kayıtlardan hareketle bölge halkının fethi müteakip
Osmanlılar tarafından zorla müslümanlaştırıldığı şeklindeki iddiaların
da asılsız olduğu ortaya çıkar.
Bu
belgelerde yer alan kayıtlardan hareketle bölge üzerinde emelleri olan güç
odaklarınca hazırlattırılıp yayınlanan Lazların tarihini konu alan eserde
Lazlar'ın asil ailelerinden biri olarak zikredilen Baltaoğullarının Laz asıllı
değil Balkanlar'dan bölgeye gönderilen ve tımar verilen ailelerden biri olduğunu
söyleyebiliriz. Osmanlı belgelerindeki kayıtlar bize fetihten önce bölge
sakini olan Lazlar'ın Osmanlı ile beraberliklerinin gönüllü bir beraberlik
olduğunu, Osmanlı yönetiminin buradaki hududun muhafazasını henüz Müslüman
olmamış Lazlar'a bıraktığını ve Lazlar'ın Osmanlı'nın güvencesi altında
asırlardır kendilerini soyarak, ezerek tehdit altında tutan Gürcü ve
Abhazlar'ın yağmacılıklarına karşı direnme gücü bulduğunu gösterir.
Osmanlı belgelerinde 1461'den sonra ve 1483'den önce Rize ve Pazar bölgesine
yağma için yapılan üç büyük baskına işaret edilir. Bunlardan birisini Gürcüler,
ikincisini Gürcülerle birlikte Ermeniler, üçüncüsünü Megreller (defterde
Mamiyan Kafiri olarak kayıtlıdır) yapmıştır. Defterde bölgeyi yağmalamak
için gelen kafirlere karşı bölgelerdeki kalelerde görevli Osmanlı askeri
ile birlikte dövüşen ve kelle kesen henüz Müslüman olmamış bazı köylülere
bu hizmetlerinden dolayı bazı vergilerden muafiyetler tanındığına dair kayıtlar
mevcuttur. Ayrıca hududun savunması Martalosluk görevli ile bölgenin Laz
ahalisine bırakılmıştı. Bundan başka, yerli Hiristiyanlardan bölgenin
savunması için yardımcı asker sınıfı olan müsellem ocağına asker yazılmış
ve bu müsellemler seferlerde hizmet etmişlerdi. Yavuz Sultan Selim Trabzon
Valisi iken bölgeyi yağma amaçlı bu baskınlardan kurtarmak için yerli
halktan topladığı askerlerle Gürcistan üzerine sefere çıkmış ve bazı
fetihlerde bulunmuştu. Şavşat-İspir bölgesi Atabeği Mirza Çabuk da Hıristiyan
dininin Ortodoks mezhebine mensup olmasına rağmen bu seferde Yavuz Sultan
Selim'i kılavuz ve öncü olarak yardımcı olmuştu. Bu dostluğun Çaldıran
seferi esnasında da devam ettiğini biliyoruz. Bu gönüllü beraberlik ileriki
asırlarda yerel halkın gönüllü olarak İslamı kabul ederek bütünleşmeyi
daha ileri bir safhaya ulaştırmasına yol açmıştı. Osmanlı yönetimi altında
huzur ve güven bulan bölge halkı tüm yıl çalışıp ürettiklerini hasat
mevsimi sonlarında bölgeyi yağmalayarak ellerinden alan komşularının baskısından
kurtulmuştu.
Bu
durum Osmanlı İmparatorluğunun duraklama dönemine girdiği zamana kadar sürmüştü.
Bu dönemde Kafkasya sahillerinde yaşayan Abhaz/Abaza taifeis memleketlerinde süren
kıtlık ve fakirlik nedeni ile gözlerini Osmanlı yönetiminde müreffeh olan
Doğu Karadeniz sahillerine dikmişti. Kayıklarla sahildeki köyleri yağmalıyor
ve geri dönüyorlardı.
1571
yılında dört kıt gemi ile gelip Arhavi kazasına bağlı Sidere/Derecik köyünü
basan Abhaz korsanlar köyü yağmalayıp ahalisinin bir kısmını öldürmüş,
47 kişiyi de esir ederek götürmüştü. Aynı zamanda Gönye kazasına bağlı
Makriyalu/Kemalpaşa köyünü de iki gemi ile yağmalayan Abhazlar'ın bu
hareketini haber alan Babiali Arhavi Kadısına, Trabzon Beyi ve Batum Beyine
emirler gönderip işbirliği yaparak o bölgedeki gemileri hazırlayıp
Abhazaların hakkından gelmesini emreder.
Korsanların
Megrel Dadyanının Osmanlı yönetimindeki Kefe tarafından ticari yolla aldığı
Barut ve silahlarla donandıklarının anlaşılması üzerine, top ve
darbezenle donanmış dokuz büyük kayık ve kendisine tabi Abhazlarla Osmanlı
topraklarına iki defa yağma için saldıran Megrel Dadyanına karşı harekete
geçilir ve kayıklarla üzerlerine gönderilen kuvvetler korsanları dağıtır.
Bu
kuvvetlere kumanda eden Batum Beyi İskender Bey'in Abhaz Korsanların her yıl
Gurel Vilayetini yağmalamayı adet haline getirdiklerini, 1000 asker gönderilmesi
halinde Sohum Vilayetinden beride olan memleketleri yağmalatıp cezalandırma
teklifi, Kıbrıs ve Venediklilerle olan harbin bitmesinden evvel asker göndermenin
uygun olamayacağı gerekçesi ile reddedilirken bölgenin kendi askeri ile
muhafazasına çalışılması, denizden ve Kefe'den korsanlara silah ve zahire
götürenlerin takip edilip yakalanması istenir. Alınan tedbirler arasında o
bölgeye gemi ile gitmenin yasaklanması da vardı.
Sahillerde
baş gösteren bu tehlikeye karşı bölgede bulunan miri kayıklardan müfrezeler
oluşturulmuş ve bunlar sürekli devriye gezerek sahilleri bu tür baskınlardan
korunmaya çalışılmıştı. Fakat bu olayların tamamen önüne geçilemedi.
Tedbirlerle kontrol altına alınan Abhazların yerini ileriki asırda Rusların
uyguladığı iskan politikası ile Kafkasyadaki Osmanlı-Rus sınırına yerleştirdikleri
Kazaklar almıştı.
1647 yılında Erzurum valisinin Gönye kalesini bir baskınla ele geçiren Kazak korsanlara karşı gönderdiği kuvvetlerin arasında bulunan ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde o dönemde Kazak korsanlarının sahillerde gerçekleştirdiği baskınlar, bu baskınlara karşı alının tedbirler ve Gönye Kalesini kurtarmak için girişilen harekat hakkında oldukça teferruatlı bilgi vardır.